Canan Karatay kanıtsız konuşmamalı

Nişasta bazlı şeker (NŞB), fruktoz ve sakkaroz benzer, Canan Karatay, Şeker fabrikaları, glikoz, fruktoz ve sakkaroz, mısır şekeri

0
323
www.diyetisyenstore.com

Prof. Dr. Temel Yılmaz: Canan Karatay kanıtsız konuşmamalı’

Gazete Habertürk yazarı Prof. Dr. Temel Yılmaz, Canan Karatay’ın son dönemde yaptığı açıklamaları değerlendirdi. Gazete Habertürk’ten Kübra Par’a konuşan Yılmaz, “Canan Karatay’ın açıklamalarını üzüntüyle izliyorum. Depresyonu turşu yiyerek çözmek gibi önerileri tartışmak istemiyorum. Somut kanıtları olmadan konuşmamalı.” dedi

Malum, şeker fabrikalarının özelleştirilmesiyle birlikte nişasta bazlı şeker tartışması yeniden alevlendi. Peki nişasta bazlı şeker ile pancar şekerinin farkı ne? Sağlık açısından vücudumuza ne gibi etkileri oluyor? Bu sıcak gündemi konuşmak için konunun en önemli uzmanlarından, 2015’te Uluslararası Diyabet Federasyonu tarafından verilen diyabet alanında ‘Yılın Bilim Adamı’ ödülünü alan, Habertürk Gazetesi Sağlık Yazarı Prof. Dr. Temel Yılmaz’ın kapısını çaldım. Temel Hoca’ya yalnızca şeker meselesini değil Canan Karatay’ın tartışma yaratan açıklamalarını ve son dönemde yaygınlaşan mide küçültme ameliyatlarını da sordum…

– Temel Bey, şeker fabrikalarının özelleştirilmesiyle ilgili gündemle beraber nişasta bazlı şeker tartışması da yeniden alevlendi. Şeker pancarıyla nişasta bazlı şekerin farkı ne?

Konunun iki farklı yönü var: Politik boyutu ve sağlık boyutu. Öncelikle bu konu ile ilgili yürütülen politikalar konusunda düşüncemi söylemek istiyorum. Şeker fabrikalarının özelleştirilmesine de pancar üretiminin sınırlandırılmasına da karşıyım. Üretim ağırlığının nişasta bazlı şekerlere kaydırılmasını doğru bulmuyorum. Olayın sağlık boyutuna gelince; bu konuda çok ciddi bilgi kirliliği var.

Şekerleri kısaca gıdalarda doğal olarak bulunan ve tatlı tadı veren glikoz, fruktoz ve sakkaroz benzeri maddeler olarak tanımlıyoruz. Türkiye’de ticari ölçekte üretilmekte olan şekerler, şeker pancarından elde edilen “çay şekeri” sakkaroz ile mısırdan elde edilen “mısır şekeri” fruktoz-glikoz karışımları. Sakkaroz yani çay şekeri, vücuda alındıktan sonra midenin asitli ortamında ve bağırsaklarda inversiyona uğrayarak yarı yarıya glikoz ve fruktoza dönüşür. Nişasta bazlı şeker (NŞB) ise mısırda bulunan nişastanın işlenmesiyle elde edilen fruktoz içeren şekerler olarak tanımlanıyor. Mısırdan üretildiği için “mısır şekeri” ya da “mısır şurubu” olarak da adlandırılıyor. Gerek pancar şekerinin (çay şekeri), gerek mısır şekerinin 1 gramı vücuda 4 kilokalori enerji veriyor. Sonuçta mısır şekeri hem karışım hem de kalori olarak pancar şekeri ya da sanayi şekerine benziyor.

– Madem öyle, neden nişasta bazlı şeker ile ilgili tartışma var?

Aralarındaki önemli fark şu; mısır şekerinin içindeki fruktoz daha yüksek. Fruktoz, çeşitli meyvelerde ve balda doğal olarak bulunan basit bir şekerdir. Özelliği sakkaroza göre yüzde 30 daha tatlı olması ve vücutta emiliminin glikozdan daha yavaş gerçekleşmesidir.

– Nişasta bazlı şekerin, daha doğrusu mısır şurubunun sağlığa zararlı olduğu doğru değil mi?

Yapılan çalışmalar, aşırı fruktoz alımı ile kanda trigliserd artışına neden olduğunu ve NASH adını verdiğimiz non alkolik karaciğer yağlanmasını artırdığını gösteriyor. Pankreas kanseri ile ilişkisi konusunda yayınlar tartışmalı. Ancak özellikle son yıllarda gençlerde büyük artış gösteren NASH yani karaciğer yağlanmasından aşırı şeker tüketimi sorumlu gösteriliyor. Sonuçta sağlık açısından mısır şurubu vitrindeki sorumlu ama mide-bağırsaklarda fruktoz ve glikoza dönüşen pancar şekerinin de sağlık açısından sorumlu olduğunu unutmamak gerek.

– “Pancar şekeri de masum değil” diyorsunuz yani?

Evet, nişasta bazlı şeker zararlı ama pancar şekeri de masum değil. Özellikle genç kuşakta hangi çeşit olursa total şeker alımını sınırlamak gerek.

‘MİDE KÜÇÜLTME AMELİYATLARI ÇOĞU KEZ LÜZUMSUZ YERE YAPILIYOR; ÖLÜM RİSKİ VAR’

– Son yazılarınızdan birinde, hepimizde var olan kilo takıntısından bahsediyorsunuz ve halk arasında mide küçültme ameliyatı olarak bilinen bariatrik cerrahinin yaygınlaşmasını eleştiriyorsunuz. Pek çok insan bu ameliyatlar sayesinde fazla kilolarından kurtuluyor. Siz neden eleştiriyorsunuz?

Bu konuda hem normal kilonun hem de obezitenin sınırları uzunca bir süredir tartışılıyor. 100 yıl önce Belçikalı bir bilim insanı vücut kitle indeksi formülünü buldu. Vücudun ağırlığının boyun metre cinsinden karesine bölümü… Bu formüle göre, vücut kitle indeksi 25’in altında olanlar sağlıklı, 25 ile 30 arası olanlar hafif kilolu, 30’un üstünde olanlar obez, 40’ın üstünde olanlar da morbid obez olarak alınıyor. Obezite ilaçlarında ve bariatrik cerrahide hep bu yöntem kullanılıyor. Fakat bu formülün sakıncalı bir tarafı var. 14 yaşında, 1.70 boyundaki bir genç kızı düşünün; bir de 74 yaşında, 1.70 boyundaki yaşlı bir kadını düşünün. 14 yaşındaki bir çocukla 70 yaşındaki bir kadını aynı obezite kavramının içine aldığınızda yanlış yaparsınız, çünkü insan yaşlandıkça vücut yapısı, kemik sistemi, vücuttaki yağ dağılımı değişiyor. Sağlık Bakanlığı, bariatrik cerrahi için ön koşul olarak 35 değerini alıyor. Ama bu 35 değeri, her yaştan insan için farklı bir sonucu ifade ediyor.

‘İNANILMAZ BİR SANAYİ OLUŞTU’

– “35 olarak alıyor” dediğiniz, boy-kilo hesaplamalarının sonucu, değil mi?

Evet, ağırlık bölü boyun metre cinsinden karesi. Yaşlılarda 35 olarak aldığınız noktada, bir yığın insanı gereksiz yere cerrahiye sürüklemiş olursunuz. Bu konuyla ilişkili olarak yeni formül arayışları var

– Sizin tavsiyeniz nedir?

Bu noktada, “Her obez sağlıksız mıdır?” sorusunu tartışmak gerekiyor. Obezitenin sürekli olarak sağlığa çok zararlı olduğu düşüncesiyle konuya yaklaşılıyor. Vücut kitle endeksi 40’ın üzerinde olanları bu tartışmaya dahil etmiyorum çünkü morbid obezin gerçekten kalbe, vücuda çok fazla yükü var. Ama bu tür obezite hastalarının sayısı da az. Asıl olan, 35 ile 40 arasındaki oran. İnsanların büyük bir çoğunluğu 30 ile 40 arasında. İnsanlarda yağ dağılımı iki türlü oluyor: Birincisi, viseral yağlanma dediğimiz, iç organların etrafını kaplayan yağlanma tipi. Bu tür yağlanmalar, kardiyovasküler açısından çok riskli olan hipertansiyonun, diyabetin altındaki asıl neden olarak alınıyor. Buna karşılık, obezitenin bir bölümünde de viseral yağlanma yok; yağ sadece deri altında toplanmış oluyor. Bunlarda bir risk yok.

– “Büyük bir göbeği ve bacaklarında yağlanma olan insanların bu fazla kilosunun belki de sağlıklarına çok ciddi anlamda etkisi yok” demeye mi çalışıyoruz?

Evet. Sırf vücut kitle indeksleri 35’in üzerinde olduğu için onları aslında lüzumsuz yere daha riskli bir yere; ameliyata itiyoruz. Ameliyatın hem kendisinin riskleri var hem de ameliyat olduktan sonra birçok sorun çıkıyor. Normalde, viseral yağlanma yoksa obezite, insanların hayatını kısaltan bir sağlık sorunu olarak karşımıza çıkmıyor. Oysaki siz bu insanları operasyona yolladığınızda, yüzde 10’lara varan ameliyat sırasında ölüm riski var.

– Yüzde 10 mu?

Evet, yüzde 10 civarında. Bununla ilişkili olarak resmi bir açıklama yok; bazı merkezler “Yüzde 6”, bazıları “Yüzde 5” diyor.

– Bunlar da ciddi oranlar…

Bununla ilişkili olarak Sağlık Bakanlığı’nın bir açıklama yapması ve bu sonuçları bildirmesi gerekir. Ölüm vakıalarını sadece birtakım gazete haberlerinden görüyoruz. Mide cerrahisi operasyonları söz konusu olunca daima, “Gittim, 50 kilo verdim. İnsülini bıraktım. Aslanlar gibi oldum” şeklinde kahramanlık hikâyeleri anlatılır. Diyabet nedeniyle ameliyat olanların yüzde 70’i, 10 yıl sonra yeniden diyabet ilaçları ve insülin kullanıyor. Aslında 2 yıl içinde de 3’te 1’i tekrar insüline başlıyor. Burada inanılmaz bir sanayi oluştu. Diğer alanlardaki cerrahlar, kendi işlerini bırakıp bariatrik cerrah oldu. Memlekette bu kadar bariatrik cerrah yoktur. Bu ülkedeki cerrahların neredeyse yüzde 50’si bariatrik cerrahi alanına kaydı.

– Ölümlerin artmasında bunun etkisi olabilir mi?

Yeteri kadar uzmanlaşmış ekipler, uzmanlaşmış sağlık merkezleri olmadıkça komplikasyonlar artıyor. En ücra ilçeye gidin, o ilçenin özel hastanesinde “Bariatrik cerrahi ameliyatlarımız başlamıştır” diye kocaman bir afiş görürsünüz. Bu bir şaka değil! Mideyi alırsanız midedeki yiyecekler çok hızlı bir şekilde ince bağırsağa geçiyor. Midedeki yiyecekler ince bağırsağa geçtiği zaman çok ani olarak hipoglisemi oluyor; soğuk terleme, fenalık hissi, baygınlık hissi başlıyor. Bunu damping sendromu olarak adlandırıyoruz.

– Yiyecek hızla kana karıştığı için mi?

Evet. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde midesinin bir bölümü alınan bir genç kızda çok ciddi olarak damping sendromu ortaya çıkmış. O ekip alıp bu sefer düzeltme operasyonu adıyla yeni bir operasyon yapmış. O yeni operasyondan sonra bulgular iki kat artmış. Genç kıza hastanede sürekli şekerli serum veriliyor. Bunların hiçbiri yazılmıyor. Ayrıca bu ameliyatlarda sağlam dokuyu çıkarıyorlar. Midenin bir bölümü alınıp atılıyor. Bu çıkarılan alandaki hücreler, B12 vitamini emilimini sağlıyor. Sonra bu insanlar hayatları boyunca B12 iğnesi oluyor.

– Peki, sizin için sınır ne? Kimse mide küçültme ameliyatı olmamalı mı?

Vücut kitle indeksini alacaksak sınır 40’ın üzerinde olmalı. Bu işler bu kadar basit olmamalı, insan hayatından söz ediyoruz.

‘DEPRESYON İLAÇLARI AŞIRI TÜKETİLİYOR’

– Canan Karatay, son günlerde depresyon ilaçlarıyla ilgili açıklamasıyla gündemde. İstanbul Tabip Odası’nın Karatay’a para cezası kesmesine ne diyorsunuz?

Canan Hoca’nın açıklamalarını artık biraz üzüntüyle izliyorum. Depresyonu sadece bağırsaklara ve faydalı-zararlı bakterilere bağlamak, sorunu turşu yiyerek çözmek gibi önerleri de tartışmak istemiyorum! Sorun bu tür talkshow türü yorumlardan çok daha ciddi. Sadece bizim toplum değil, dünyadaki tüm toplumların sorunu. Hekimler arasındaki bu tür tartışmaların yeri medya değil, olmamalı. Bir hipoteziniz varsa, bununla ilgili olarak bir araştırma yaparsınız. Oturup araştırmayı kaleme alırsınız, sonra bu çalışmayı hakemli dergilerden birisine gönderirsiniz. O arada da bir bilimsel kongrede sunmak istersiniz. Oradaki sunumda konunun uzmanları sizi dinler, onayladıkları noktalarda onaylar, akıllarına yatmayan noktalarda da sorularını sorar. Ondan sonra o düzeltmelerini yapar. Yayın, hakemli bir dergide çıkar. Bu artık uluslararası standartlarda yapılmış bir araştırmadır ve herkes bunu uygular.

– Karatay’a temel eleştiriniz, araştırma bulgularını önünüze koymadan konuşması mı?

Evet, somut kanıtlar olmadan konuşmamalı.

– Siz Karatay’ın şeker yükleme testine karşı çıkmasını da eleştiriyorsunuz değil mi?

“Şeker yükleme testini yaptıranların çocukları şeker hastası olur, kalbi delik olur” diyorsanız, bunu kanıtlamanız lazım. Tıpta gelişigüzel konuşma hakkınız yok. İnsan hayatıyla ilişkili olarak karar veren ve daha sonra hesap sorulmayan mesleklerden biri hâkimlik, diğeri de hekimlik. Bir hasta, gelip sizi bir otorite olarak aldığı zaman, ağzınızdan çıkacak her kelimeyi izler. Söylediğiniz bir kelimeye takılır, sabaha kadar uyumaz. Canan Hoca’nın, glikoz tolerans testi yapılmış annelerin çocuklarının verilen glikoza bağlı olarak diyabet olduğuna dair kendi klinik araştırmasını ya da literatüre ilişkin araştırmasını bekliyorum. Baktım ama bulamadım.

– Ama Karatay depresyon ilaçlarının aşırı yaygınlaşmasını eleştirmekte haklı değil mi?

Depresyon ilaç tüketiminin aşırı olduğuna katılıyorum. Bunun temel nedeni, gelişen teknolojinin insanlara getirdiği yeni hayat modeli. İnsanlar artık çok daha uzun saatler çalışıyor, daha uzun süre kapalı ortamlarda kalıyor, daha hareketsiz ve daha stresli. Mesaj-mail trafiği de düşük yoğunluklu stresi tüm güne yaydı. İnsanlar artık sürekli çalışan, sürekli izlenen ve sürekli uyarı ve emirlerle sürekli yönetilen modern köleler haline geldi ve tüm toplumlarda depresyon patladı. İlaç kullanımı da arttı. Ancak bu durum tek başına bu kadar aşırı ilaç kullanımını izah etmez. Sorunu psikoterapik rehabilitasyonlarla çözümlenebilecek birçok insan hemen ilaca yönlendiriliyor. Aşırı miktarda gereksiz, indikasyonsuz ilaç tüketimi var. Bu ilaçlar duyguları etkileyen ilaçlar, stres ve üzüntüleri azaltırken sevinç ve mutlulukları da buduyor. Çalışma koşullarının biraz daha düzeltilmesi, işyerlerinde çalışana psikolojik danışmanlık sağlanması gibi önlemler, sorunların çözümünde çok önemli rol oynayabilir.


PROF. DR. TEMEL YILMAZ KİMDİR?

İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi ve İ.Ü. Diyabet Araştırma ve Uygulamaları Merkezi Müdürü olarak görev yapıyor. Tip 1 ve Tip 2 diyabet alanında 350’nin üzerinde yayını ve 20’nin üzerinde kitabı var. 2015 yılında Uluslararası Diyabet Federasyonu, diyabet alanında “Yılın Bilim Adamı” ödülünü Prof. Yılmaz’a vermişti. Yazılarını her cumartesi Habertürk Gazetesi’nde okuyabilirsiniz.

mail-grubu